Karnemi almıştım, önce annemin işyerine sonra da beraber evimize gelmiştik. Her yılsonu tatili gibi bu tatilde benim açımdan herhangi bir değişiklik olacağını sanmıyordum. Birkaç hafta sonra babam tatil için Antalya’ya gideceğimizi söyledi. Hem benim için hem de ailecek bu bir ilk olacaktı. Ne bilebilirdim sonunda böyle olacağını. Güzel güzel gidip gelecektik. Gittik ama gelirken pek güzel olmadı.
Yol rotamız İzmir. Tanımam İzmir’i, Antalya’yı o zamanlar, küçük bir çocuğum daha. Hazırlıklardan, alışverişten bir şeye seviniyorum ama ben de ne olduğunu tam olarak kendime soramam. Kolluklar alınıyor, simit, gözlük. İlk defa sahip olduğum o cıv cıv renkli şeyler. Uzun bir yol çekecekmişiz. Kuruluyoruz kardeşimle arka koltuğa. Saatler yolla birlikte geçiyor ama biz gittikçe iklim de değişiyor. Köyümüzden başka hiç şehir dışına çıkmadık. O yüzden biraz kayboluyoruz yollarda. Ankara’dan sabah çıktıktan sonra akşam bir benzinlikte duruyoruz. Bu İç Anadolu’nun kurak havası orada nemli ve sıcak oluyor. Kot pantolonlar, uzun kollu elbiseler terden üstümüze yapışmış. Şahsen çıkarmakta zorlandım, debelendim ama oldu. Sabah kolları açık elbise ve kısa giyeceklerle yeniden yola koyulduk. Eh şimdi havaya daha uygun giyindik. Hem iklime hem de ortama. Çünkü öyle uzun kollularla ortaya çıksaydık. Ankara’da baldırı çıplak dolaşmak gibi olacaktı.
İlk kez gördüğüm denize koşuyorum. Hiç öyle çok suya koşa koşa girmedim, biraz dengem bozuluyor bu fırsatla atıyorum kendimi denize. Ne acayip bir şeymiş bu koskoca deniz. Bir yeri sıcak oluyor bir yeri soğuk. Yunusa biniyoruz, arkasında atlama yeri var, benden büyük ağabeyler, ablalar atıyor kendini cumburlop suya. Ben yüzme bilmediğim için sadece baka kalıyorum oturduğum yerde. Tekneler, jetsikiler, uzaklarda küçük yelkenli yüzerlerden bile vardı.
Birkaç haftamız böyle farklı ve neşeli, bol güneş altında, daha önce hiç yapmadığım, görmediğim birçoklarıyla geçti. Artık eve döneceğiz ben biraz daha kalalım diyorum ancak dinleyen kim, giriyoruz işte! E bari giderken de şöyle güzergâh üzerindeki şehirleri geze geze gidelim demişler. Yolu uzattık devam ettik Ankara’ya. Ben, kardeşim arka koltukta uyuyoruz. Kalktım hala yoldaydık. İki elimi öndeki iki koltuğun üzerine koymuş ön pencereden yolu seyrediyordum. Bir çeşme gördüm, masalar da vardı. Biraz dinlenmek ve yemek yemek için bundan güzel yer yoktu ancak bir başka şey daha vardı. Bir başka masada içki içen bir grup vardı. Babam da bundan rahatsız olduğundan fikrinden değiştirdi ve yola dönmeye karar verdi ki… Ben yeni uyanıyordum. Üzerimde kardeşim vardı, ona da uyanması için dürtüklüyordum. Zar zor kalktım. Arabanın ortasında iki elim iki koltukta ileriye bakıyorum ama ne babam ne de annem sorularıma cevap vermiyor. Araba durmuştu. “Anne, baba ne oldu?” Kaza yapmıştık. Çünkü arabanın sol tarafı hasarlıydı. Şoktaydılar. Babamın tarafındaki kapıyı o çeşme de içki içen adamlardan biri açtı. Sonra hepimiz indir. Çok ileride bir petrol tankeri durdu, şoförü indi ve bize doğru gelmeye başladı.
Biz çeşmede durmaktan vazgeçip yola doğru yönelince arkadan gelen kamyon bize çarpmış, babamda frene basınca asfalttaki sol iki teker ve taşlı taraftaki sağ tekerler arabayı savurmuş ve kendi etrafımızda birkaç tur atmıştık. Babamın ilk işi amcamları aramak oldu. Otomotiv sanayinde kaportacı ve boyacı iki amcam var. Akşama kadar Ankara’dan gelen çekiciyi bekledik. En komik tarafı da şu oldu. Girmeye çekindiğimiz çeşmede oturmuş dinleniyor ve yemek yiyorduk.
Trafik işlemlerini tamamladık hemen sonra oradaki gardan otobüse bindik evimizin yolunu tuttuk.
Yorum Gönder